Otogarda bekliyorum. Biletim
yok. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Sadece bekliyorum. Birbirinin peşi sıra
kalkan otobüsler yolcularını varacakları yere taşırken, yüreğim artık
taşıyamayacağını düşündüğüm bir ağırlığın pençesinde kıvranıyor. Buradan
gitmeliyim, biliyorum. Nereye gideceğimi bilmiyorum.
Bu otogarda ne işim var
bilmiyorum… Çocukluğumdan beri otobüsleri sevmem ben. Mazot kokusuna karışan
yolculuk heyecanlarım hep midemi bulandırmıştır. Bir şeyler yiyip içmek
işkencedir, hele bir de otobüs firmasının ikramları düşünülürse, pek cezbedici
değildir. Bir şeyler yersem herkesin içinde otobüsün içine kusmaktan korkarım.
Bu yüzden ikram edilenleri muavinin meraklı bakışları altında geri çevirdiğim
çok olmuştur. Muavinin uzun süren yolculuklarda içerdeki ayak kokusunu
bastırmak için sıktığı oda parfümünün zevksiz kokusu bile öğürmeme yol açar.
Mola yerlerinde tuvalete
girmek bile tam anlamıyla bir işkencedir. Taşmak üzere olan çöp kovaları,
sifonu çekilmemiş klozetler, çalışmayan el kurutma makineleri, musluktan akan
ipince su canımdan bezdirir. Evde hazırladığım sandviçimi alelacele ağzıma
tıkıştırırken otobüsün kalkacağını haber veren anons duyulur. Hayatımdaki bütün
otobüs yolculuklarım zorunluluklar yüzünden olmuştu. Kendi isteğimle otobüse
bineceğimi sanmıyordum. Bugüne kadar.
Otogarın büfesine ait
masalardan birindeydim. Oturduğum sandalyeye atılmış gibi duran vücudum kimsenin
dikkatini çekmiyordu neyse. Büfeden gelen yanık kokular ve motor gürültüsü beni
içine çeken bir hortum gibiydi. Düşüncelerimi emen bu vakumdan kurtulmak için
düşünmeyi sürdürdüm... Eski sevgililerimi düşünüyordum. Hiçbirine ait
hissetmemiştim kendimi. Onları sudan bahanelerle terk edip gitmiştim. Âşık
olmak, bağlanmak beni tanımlayan sözcükler olmamıştı hiç. Kendime bile güvenmiyordum
ilişkilerimde. Karşıma çıkan kadınlar oldukça güzeldiler gerçi. Onlarla bir –
iki seviştikten sonra soğumaya başlıyordum. Sanki aradığım kadın içlerindeydi
ama aslında bir o kadar da orada değildi. Bilmiyordum. Hep yeri doldurulamayan
bir boşluk vardı yüreğimde. Aradığımı bir gün bulacağımı biliyordum. O bir gün
ne zaman gelecekti peki? Umudum tükenmeye başlamıştı. Yaşlandığımı
hissediyordum. Kırk yaşına eriştiğim şu günlerde yaşadığım hayatı sorgular
olmuştum. Terk ettiğim onlarca kadında kendimden bir parçamı bıraktığımı
anladım... Otogarın uğultusu iyice arttı, başım ağrıyordu.
Tüm bunları niye düşünüyorum
şimdi, dedim sesli bir şekilde. Yalnızdım, cevap verecek kimse de yoktu
yanımda. “Sen yolculuk yapmayı değil, gitmeyi seviyorsun” diyen bir ses duydum.
Başımı çevirdiğimde göz göze geldik. Üzerindeki eski püskü giysiler ve
saçlarının bakımsız hali beni tedirgin etti. Kömür karası gözlerinde alaycı bir
bakış gördüm, birden canım sıkıldı.
İlgilenmediğimi düşünmesini
istedim. Kimsenin beni tanımayacağından emin olduğum bu yerde karşıma çıkmış
olması tesadüftü. Kim olduğunu bilmiyordum, daha doğrusu bilmek istemiyordum.
Ne var ki o çoktan oturduğum masaya gelip sandalyeyi çekmişti. “Oturabilir
miyim?” Anlamazlıktan geldim ilk soruşunda. Cevabımı beklemeden oturmuştu.
Uzunca bir süre sustuk. Bir
çay söylemiştim büfedeki çocuğa. “Bir tane de bana getir” deyince çocuğun
“getireyim mi” diye soran bakışını başımı hafifçe sallayarak onayladım. “Arkadaşlık
tavşankanı çaya benzer” diye devam etti. “Hiçbir yerde satılmaz.”
Çaydan bir yudum aldım. Tadı
acıydı. Fazla demlenmiş, bekletilmiş olmalıydı. Bir küp şeker atıp karıştırmaya
başladım. Kaşığın çıkardığı sesi otogarın gürültüsü sanki emiyordu.
“Karıştırma
fazla, başı döndü çayın” dedi gülümseyerek. “Anlat bakalım, ne işin var
burada?”
Hayat hikâyemi bu adama
anlatmak niyetinde değildim. Anlayacağını düşünerek başımı diğer tarafa
çevirdim. Uzakta bir noktaya bakıyormuş gibi yaptım. Cevap vermek istemediğimi
anlayacaktı, emindim. “Anlatmaya nereden başlayacağını bilmiyor gibisin.
Öyleyse ben anlatayım sana hikâyemi. İster misin?”
Büfedeki çocuk çayı
getirmişti. Cevap vermemi beklemeden çayından içti höpürdeterek. Anlatmaya
başladı… Onu dinlemiyordum bile. Düşüncelere dalıp gitmiştim. Ona doğru bakıyordum;
cümleleri birbirine bağlıyor, bazen heyecanlanıyor, gözleri dolu dolu oluyordu.
Dinlemediğimi fark etmesin diye arada bir başımı sallıyordum. Aşktan
bahsediyordu sanırım, çok sevdiğinden, avarelik hoşuna gider olmuş artık.
Otogarda yaşıyordu besbelli. Acıdım ona… İkinci çayı biterken, bir de tost
istedi büfeden.
Çevremizdeki birkaç masa
dolup boşalıyor, bir otobüs yanaşıyor, inen yolcular bagajdan çıkan eşyalarını
alıp gözden kayboluyorlardı. Bazen de yeni yolcular biniyordu otobüslere,
arkalarından el sallıyordu birileri, hüzünlü ayrılıklar yaşanıyor, sevgililer
son kez birbirlerini öpüyor, anne babalar son tembihlerini yapıyorlardı
yetişkin çocuklarına. Eller öpülüp başa konuyor, selametle gidin deniyordu.
Gözyaşları bazen akıtılıyor, bazen de otobüs kalkıncaya kadar gözpınarlarında
saklı tutuluyordu. Misafirim durmaksızın konuşuyor, yiyip içiyor, anlattıkça
daha da açılıyordu.
O anlatırken ben hayal
kuruyordum. Onu bir otobüse benzetmeye başlamıştım hayalimde. Rölantide çalışan
bir otobüstü bu. Motorunun iç gıcıklayıcı sesini duyabiliyordum. Yanık, ekşimsi
bir koku yayıyordu. Aksamları eskimiş, boyası yer yer çatlamıştı.
Sileceklerinden su fışkırıyordu. Geniş ve görkemli camını silen silecekler
camın yüzeyinde su damlacıkları bırakıyordu. Eski, gıcırdayan koltukları vardı.
Kumaşları solmuş, derileri parça parça olmuştu. Süngerlerinin rengi kaçmıştı.
Perdeleri sökülmüş, çıtçıtları koparılmıştı. Egzozundan çıkan simsiyah duman
genzime doluyordu sanki. Kendimi bu hayale kaptırmıştım. Bu otobüse binsem beni
hiçbir yere götüremeyeceği açıktı. Zaten gideceğim yeri bilmiyordum. Bu
otobüste yerim yoktu benim… Eve dönmeliydim, çok geç olmadan. Otobüsten inmeye
çalıştım… Kapılar gıcırdayarak kapandı. Kontak anahtarının döndüğünü işittim, şoförün
el frenine asılıp ayağını frenden çekmesiyle sarsıldı kısa bir süreliğine…
Durdu.
Oturduğu sandalyeye
baktığımda gitmişti. Büfedeki çocuğa parayı ödedim, “Yediklerini ısmarlatacak
birisini hep bulur” diyordu para üstünü verirken. Yüzünde alaycı bir sırıtış
vardı. Aldırmadım. Yolun karşısına geçtim hızlı adımlarla. Eve doğru yürümeye
başladım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder