Söyleşi konuğumuz Feryal Tilmaç
“O zaman
yaşasın çeşitlilik!”
Nezir Suyugül
• Biraz başa dönelim... Yazma serüveninizde öyküye yönelmenizin
hikâyesini anlatabilir misiniz bize?
Geriye bakıp düşününce biraz bulanık, belirsiz. Öykü yazmak için
ortaya çıkmış değilim, ne de şiir, roman. Tek istediğim anlatmaktı. Hâlâ
da öyle. Bugüne dek daha uzun bir anlatı yazmadıysam, öykü anlatmak
istediklerimi içerik, biçim, hacim bakımından karşıladığındandır. Hatta ilk
başlarda öykü diye de adlandırılamayacak amorf metinler yazıyordum, bunu çok da
severek yapıyordum. Daha özgür hissettiriyordu. Türün sınırları içine girmek,
sizin söyleyişinizle öyküye yönelmek belki doğal bir uyumlanmaydı, belki de
yayınlanma kaygısındandı. Bilemedim şimdi.
• Edebiyat içinde öyküyü nereye konumlandırıyorsunuz?
Türler arasındaki sınırların belirsizliğine, geçişliliğine inanan
biri olsam da öykünün diğer düzyazı türlerinden farklı, özel bir durumu
olduğunu söylemeliyim. Ancak edebiyatın içinde kalarak ortaya çıkarabileceğiniz
bir türdür öykü. Örneğin yayınlanabilir bir roman, diyelim ki çok satan bir
roman yazmak için edebiyat yazarı olmanız gerekmez. Pek çok örnekleri var
bunun. Sözün konusu öykü olduğunda ise durum tamamen farklılaşır. Kabul görmüş
her öykü yazarı bir edebiyat yazarıdır. Kendi içinde hassas bir dengesi vardır
öykünün. Nerdeyse şiire yakın bir dil işçiliğini gereksinir. Fazladan bir
cümleyi, hatta bir kelimeyi kaldıramadığı olur. İleri gidiyorum, kimi zaman
yerli yerinde kullanılmamış bir virgülü bile istemeyecek kadar bıçak sırtıdır o
ahenk. Zordur esasen ama, kısa olduğundan sanırım yazmaya çoğun öyküden
başlıyor insanlar. Kolay kotarılabilirmiş gibi bir yanılsama yaratıyor
olabilir.
• Başlangıcından günümüze Türkçe öykü geleneğine şöyle bir
bakarsak, sizi bu geleneğin hangi aşamaları daha çok çekiyor? Ve tabii neden?
Bir yazar olarak edebiyat geleneğimizi önemseyen, her aşamasında
verilmiş iyi yapıtlara ve onların yazarlarına son kertede saygı duyan biriyim.
Geleneği kavramadan yeni bir şey ortaya çıkarmak olası değildir. Bu soruyu bir
okur olarak yanıtlamam gerekirse yine çeşitlilikten yanayım. Yeter ki yetkin
olsun. 50’li yılların öykücülerini hâlâ çok
severek okurum ama Sait Faik’ten günümüze öyle çok sevdiğim öykü yazarları ya
da kitapları var ki. Çok boyutlu, dağınık, gönlümce, coşkuyla okuyan biri oldum
hep. Her yazarda başka bir şey bulurum ruhuma ya da zihnime karşılık gelen.
Seçici olmak şart ama fazla katı olmak insanı sınırlandırır, keşfedeceklerinden
mahrum bırakır. O zaman yaşasın çeşitlilik!
• Yine bu geleneğin içindeki soy yazarlarımızı düşünürsek, okuma ve
yazma serüveninizdeki yankılarını öğrenebilir miyiz?
Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik, Sabahattin Ali, Leylâ Erbil,
Haldun Taner, Oğuz Atay, Selim İleri, Necati Tosuner… Daha da sayabilirim
doğrusu. Birbirleriyle hiç benzeşmeyen yazarlar var aralarında ama, bir arada
müthiş bir zenginlik yaratıyorlar. Ben tam da bunu seviyorum. Hepsinden
aldıklarım vardır ve hiçbirinden almadıklarım. Kendi bireysel tarihimden
getirdiklerim. Ben ben olduğum için yazabildiklerim. Hiçbir yazar içinde doğup
büyüdüğü toplumun, kültürün, düşünsel birikimin etkilerinden azade değildir
ama, günün sonunda yine her yazar kendi kişisel hazinesinden beslenir. Kısası,
bilinçdışından. Özgünlük bir sanat yapıtı sayılmanın ilk koşuluysa, başka bir
yol da olası görünmüyor zaten. Böyle olmasaydı yazdıklarımız hep birbirine
benzerdi. Aşınmış metaforlar, tıpkıbasım imgeler, çiğnenmekten pörsümüş içerik.
Halihazırda var olanı biteviye çoğaltmanın anlamı ne? Düşüncesi bile çok boğucu
değil mi?
• İlk kitabınız Mevt
çıktığında ses getirdiğini anımsıyorum... Sanki daha ilk kitapla öykü
poetikanızı da sezdiriyordunuz okura... Bugünden baktığınızda bunun bilinçli
bir tercih olduğunu söyleyebilir misiniz?
Hayır söyleyemem. Yazmak ne ilk zamanlarda ne de yıllar sonra şimdi
tamamen bilinç düzeyinde gerçekleşen hesaplı kitaplı bir edim oldu benim için.
Nasıl yaşarken içimle dışım arasındaki mesafeyi kapatmaya çalışıyorsam,
yazarken de bunu yapıyorum. Yazmak yazdıklarınızı açıklamak ya da onlar hakkında
konuşmaktan daha doğal, dolayısıyla daha kolay. Bir yazarın kendi poetikası
hakkında söz söylemesi ne kadar doğru onu da bilmiyorum. Bunu eleştirmenlere,
akademisyenlere ve iyi okura bırakmalı. Demem o ki ilgilisine, bilgilisine,
meraklısına.
• İkinci kitabınız Aradım Yaz
Dediniz’de de Mevt kadar geniş
bir mekân coğrafyasıyla karşılaştık... Bir yazma tutumu olarak sizin için kaleminizle
farklı coğrafyalarda dolaşmak ne ifade ediyor?
Bu sanırım kişiliğimle ilgili bir durum. Yaşarken de olabildiğince çeşitlilikten
yanayımdır. Merak ederim. Benim için mümkün olan en geniş açıyla bakabilmek,
sadece seyircisi olmak değil deneyimleyebilmek isterim hayatı. Elbette her şeyi
yaşayarak öğrenmek olası değil. Eksikliklerimin derdini de okumakla telafi eden
biriyim. Dolayısıyla dünyada olan her yer, her şey ya da kişi hakkında yazmak
isteyebilirim. Okumanın da yazmanın da en zevkli kısmı boyut değiştirmektir.
Hayatı, yerleri, kişileri kısası şeyleri yedekleyebilme yanılsamasıdır. İyi,
iyileştirici, nevrozlardan arındırıcı, varoluşun ıstırabına katlanmayı
kolaylaştıran bir yanılsama. Demek ki var olan, olmayan tüm coğrafyalarda
dolaşmaya devam.
• Aradım Yaz Dediniz haklı
olarak Sait Faik Hikâye Armağanı’yla da taçlandı. Ve hatta ödülünüzü Yaşar
Kemal’in elinden aldığınızı anımsıyorum. O güne dönersek sizdeki ruh durumundan
söz edebilir misiniz?
Çok teşekkür ederim, çok naziksiniz. Hiç aklımdan geçmemişti dersem
ikiyüzlülük etmiş olurum. İlk yazmaya başladığımda aynı zamanda arkadaşım da
olan yayıncıma ben bir gün Sait Faik Öykü Ödülü’nü almak istiyorum demiştim.
Tabii ama o öyle bir şey değil, alamazsan da üzülme demişti. Niye
alamayacakmışım anlamamıştım. Dolayısıyla ilk kitabımda bile almayı hayal
etmiştim. Ben çok sabırsızımdır, edebiyat ise yavaş. Şu an bunu iyice biliyorum
ve ben de daha sabırlıyım ama o zaman öyle değildim. Ödül konuşmasında da aynı
şeyi söylemiştim, ben sabırsızımdır, edebiyat yavaş, ilk kez ritmimiz
birbirinin üzerine oturdu diye. Belki gençliğin pervasızlığıyla
söyleyebilmiştim bunu ama içtendim. Bunca yıl sonra da sıkılmadan hatırlayıp
tekrar edebildiğime göre sahiden içtenlikle ifade etmiştim. Ödülümü Yaşar
Kemal’in elinden almak ise tam bir sürprizdi, büyük bir şanstı. O çok özel
yaşam deneyimlerinden biriydi. Nerdeyse ödülün kendisi kadar değerli, heyecan
vericiydi. Her yazar gibi ben de hayal kırıklıklarına uğruyorum, üzülüyorum
zaman zaman. İşte o durumlarda hatırası beni en çok avutan yaşantılarımdan
biridir o akşam ve Yaşar Kemal ustam.
• Esneyen Adam
kitabınızdaki aynı adı taşıyan öykünüzü biraz da Oğuz Atay’ın “Tahta At”ına çok
şık ve günümüzden bir selam olarak da okudum. Oğuz Atay’ın edebi kişiliği sizin
için ne ifade ediyor?
Oğuz Atay’ın yazar duruşunu da edebiyatını da çok değerli buluyorum
elbette ama edebiyatımızda bir kan bağı ya da damar yakınlığı olmadığını çok
açık söyleyebilirim. Tanpınar’dan Oğuz Atay’a, oradan Orhan Pamuk’a uzanan ve
kimi günümüz yazarlarının da yer aldığı kanona dahil edilemem. Yine de “Esneyen
Adam”ı bu bağlamda okumuş olmanız çok güzel. Daraltıcı değil zenginleştirici
bir okuma. Çok teşekkür ederim. Eğer büyüyü bozmayacaksa o öykü benim içimde
Düşünen Adam’a, bu bağlamda plastik sanatlara, çağrışımlarla da psikiyatri,
psikoterapi geleneğimize eklemlenir. Kitap ilk yayınlandığında bir akademisyen
Varlık’ta Esneyen Adam’ın kapitalizme kafa tutmak için
intihar ettiğini ileri süren bir yazı yazmıştı. Öykülerim hakkında yazılmış en
iyi yazılardan biri olduğunu düşünmüşümdür. Yazarın kastını aşan katmanlı
okumalar çok değerli.
• Esneyen Adam
kitabınızdaki öykülerin bağlamına baktığımızda sanat dallarını kucakladığınızı
rahat rahat söyleyebiliriz. Sanatların birbirinden etkilenmesi konusunda neler
söyleyebilirsiniz?
Bunu fark eden ya da dile getiren diyelim, az sayıda kişiden birisiniz.
Evet, kitabı oluşturan her öykü bir sanat dalına gönderme yapar. Birisi de
hayata hatta, yaşamayı da bir sanat gibi gördüğümden bilinçli olarak dahil
etmiştim o desteye. Kitap yayına hazırlandığı sırada arka kapakta bundan söz
edip etmemek konusunda tereddüt ettim. Kimi yazar arkadaşlarım bunun
belirtilmesi gerektiğini söylediler, ben pek aynı fikirde değildim. Leylâ Erbil o
zaman hayattaydı ve kesinlikle anlayanın anlayışına bırakılması gerektiği
konusunda beni destekleyen bir düşünce ileri sürdü. Ondan da kuvvet alarak
öyküler arasındaki bu bağlantıya dikkat çekmeyi istemedim. Fakat ilginçtir ki
kitabım hakkında, üstelik kayda değer bir edebiyat insanı, öyküler arasında
hiçbir bağlantı olmadığını, hadi bir kitap oluşturacak kadar biriktiler yayınlayalım
bari mantığıyla oluşturulmuş gibi durduğunu söyleyen bir eleştiri yazısı kaleme
aldı. Neyse ki öykülere tek tek bakıldığında iyi ve yetkin olduklarını
düşünmüştü. Üzüldüm mü? Evet. Pişman oldum mu? Hayır. Bugün de benzer fakat
farklı bir mantıkla bir öykü dosyası meydana getirsem, keşfini yine okuyana
bırakırım. Benzer olumsuzlukta bir eleştiriyi de göze alarak elbette. Edebiyatı
sürekli değişir, yenilenir çünkü hayatın içinde bir insan olarak yazarın
kendisi de değişir ama bazı sabitler, değişmezler yolunu şaşırmamak,
savrulmamak için çok gerekli, önemli. Sanat dallarının birbirleriyle ilişkisine
gelince, temelde söyleyebileceğim benim anlayışıma göre birbirleri için
vazgeçilmez olduklarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder