Çağlar Boyu Çirkin Kalan Kadın
Yurdagül
Şahin
Claudine
Sagaert Kadın Çirkinliğinin Tarihi
kitabını yazarken Michel Foucault’un soykütük yönteminden ilham alır ve çirkinlik
kavramını antropoloji, sosyoloji, tarih ve felsefeden yararlanarak disiplinler
arası bir yaklaşımla cinsiyet, toplumsal sınıflar, ırklar gibi verilerin
kesiştiği noktada inceler.
Yazar,
eserini edebi metinlerden alıntılar, döneme ait tablolar, karikatürlerle bezeyerek
tematik bir sistemle fizyolojik çirkinlikten ontolojik
çirkinliğe, ontolojik çirkinlikten ahlaki çirkinliğe, dişil çirkinliğin izini Antik
Yunan’dan çağımıza kadar sürer.
Aristotales’e
göre, güzelliğin koşulu olan form, eril olana bağlanırken çirkinlik maddeye,
madde ise dişil olana bağlanır. Antik Yunan’da güzellik asla basit bir
fizyolojik anlayışla sınırlandırılmamış her zaman düşünme kabiliyetine bağlanmıştır.
Muhakeme etme, tartışma ve kendini yetiştirme estetikten ayrı değildir. Antikiteden
beri, hekimler, filozoflar tarafından adet kanaması, doğum ve süt üretmeden
ötürü nemli ve soğuk, tamamlanmamış bir varlık olarak tasvir edilen kadın, doğası
gereği daima varoluşu açısından kusurludur ve bu benzetme yüzyıllar boyunca
devam edecektir. Zayıf Hastalıklı bir bedene sahip olan kadın zihinsel
kabiliyetlerini geliştiremez büsbütün erdemli olamaz. Ancak evlilik ve annelik
kusurlu olan kadın bedenini yüceltebilir.
Güzellik
tarihsel olarak daha ziyade beyaz, güçlü, heteroseksüel ve üst düzey sosyal
koşullara sahip erkeklere dikkat çeker, zekâyı ilgilendirir. Çirkinlik ise, bedenin
bir özelliğidir, az çok küçük görülen sosyal kategorilere(köylüler, işçiler,
“yabaniler”, “siyahiler” vb.) bilhassa da kadınlara ilişkindir. Çirkinlik çağlar
boyu değişen örtük ama etkili toplumsal yargıdır ve daima şiddet ya da nefret
adına bir mazerettir. Irkçılığın tüm formları içinde başkasının çirkinliğine
dair yargı ortaya çıkar.
1400’den
1700’e kadar kadınlar cadı avlarının hedefi haline gelmiştir. Bu dönem boyunca,
tarihte ilk defa, özellikle bir cinsin zulme uğradığına tanık oluruz. Cadı
kadın genellikle yaşlı ve çirkindir. Cadı kadının çirkinliği, 16. Yüzyılda
Bodin’in bahsettiği gibi, onun şeytanla alışverişinin sonucudur. Kadınlar doğurganlık
yeteneklerinden, anne-çocuk ilişkisinden, çeşitli otlarla şifa, iyileştirme, yaşamı
idame ettirmeye dönük bakımlarla meşgul olmalarından kaynaklı bedenin bilgisini
tecrübe yoluyla kazanmışlardır. Hekimlerin ve din adamlarının gücünü
zayıflatmaya muktedir olduklarından, onların rakibi olarak görülmüş ve cadı
ilan edilmişlerdir. Yaşlı kadın ve cadı kadın, temel olarak
çirkinliği bambaşka bir tarzda ortaya koyan iki figürdür. Çökmüş, zayıflamış ve yaşlanmış
kadın bedeni saldırgan eleştirileri üzerine çeker, estetik olmamakla yargılanan
beden, kötü bir ruhun dışa vurumu olarak nitelenir.
Kadın
fiziksel olarak çirkin değilse bile ahlaken çirkindir, daima aldatıcı bir
güçtür, eril ilişkileri allak bullak etmekle kalmaz, aynı zamanda kötülüğün de
cisimleşmesine yol açar, bu yüzden tüm talihsizliklerin sorumlusu olarak cadı,
günah keçisinin dişi imgesidir. Cadılar çoğunlukla kırılgan, toplumsal olarak
yalıtılmış yaşayan, ailesiz kadınlardır. İhtiyaçlarını kendileri karşılayabilir
ve bağımsızca düşünüp eylemde bulunabilirler bu tutumları mahkûm edilebilir bir
egemenliği sembolize eder. Dış görünüş çirkinliği aynı zamanda yaşam tarzına
ilişkin çirkinlik olarak düşünülmüş ve bu tutumların hepsi siyasi, toplumsal ve
dinsel otoriteye itaatsizlik olarak görülmüştür. Ahlak dışı ve
ahlak karşıtı tüm davranışlar çirkin kadının sırtına yüklenip mümkün tüm
cezalara maruz bırakılmıştır. Bu durum ister geleneksel ya da uydurulmuş,
isterse anlatılmış ya da okunmuş olsun masallarda da böyledir. Masalların büyük
çoğunluğunda çirkinlik kötülüğe ve şiddete dayanırken güzelliği cisimleştiren
genç kızlar meleksi, uysal, evlenen, çocuk sahibi olan ve erkeğe itaatkâr
olanlardır. Güzel iyiye, çirkin kötüye götürür. Masallarda anlatılanın aksine
çirkinlik çoğu zaman fakirlikle el ele gider. Gelir düzeyi düşük toplumsal
sınıflara ait olan bir kadın, görünüşünü öne çıkarmak bakımından oldukça
kısıtlanmıştır. Bu anlamda hali vakti yerinde olan kadın çekicilikten yoksun olsa
da halk tabakasından olan bir kadından daha cezbedicidir. Ayrıca zor hayat
koşulları, bakım, besin eksikliği bakımından çirkinlik fakir kadında çok daha
fazla göze çarpar.
17.
yüzyıldan 19. Yüzyıla uzanan ikinci dönem dişil çirkinlikte yeni bir anlayış
gelişmiştir. Bireyciliğin yavaş yavaş ortaya çıkışı sadece siyasi ve dinsel
alanda değil, aynı zamanda bedenle, dünyayla ve ötekiyle var olma tarzında da
sayısız değişime yol açmıştır. Kadın “güzel cinsi” temsil ediyor görünse de bu
ayrımcılığın ortadan kalktığı anlamına gelmez. Çirkinlik boyunduruğu ret eden
kadınların isyanına bağlı hale gelmiştir. Çirkin olanlar annelik yapmayı
reddedenler, cinsellikleri erkek merkezli olmayanlar, görünüşleri, tutumları ve
meşguliyetleri kendi cinslerinden farklı olanlar, zihinsel yetilerini
geliştirmeye çalışanlar ya da siyaset, edebiyat ve felsefeye bulaşmış
olanlardır. Entelektüel kadının yanında isyankâr kadın da bir o kadar
çirkindir. Çirkinliğe yapılan referans cinsiyete dair klişeleri güçlendirmenin
bir aracıdır. Kadından asla erkeğin beklentilerini karşılamaya uygun bir beden
olmaktan başka bir şey beklenmez.
20
yy. başında kadın kesinlikle genç ve çekici olma buyruğuna, güzellik mitine
tabi kılınmış, görünüş prangasına hapsolmuştur. Her birey güzel olma hakkına ve
ödevine sahiptir. Güzellik “bedenin dini” olmuştur. Zayıflama kültünün egemen olduğu
bir dünyada, zayıf olmak kendine hakim olmayı tasvir eden iradenin bir bedeli
olarak ortaya çıkar. Güzellik çaba, kısıtlama ve fedakârlık ister. Çirkin
günahkârdır, tembeldir, görünüşünü düzeltme zahmetine girmeyen, kendisini
unutmuş kişidir. Ruhun madde üzerindeki iktidarı bir gram bile fazlası
bulunmayan bir kişinin görünüşünde temsil edilir. Estetik cerrahi sihirli bir
silgi gibi derinin buruşmasını, sarkıkları, fazla yağları ortadan kaldıran
zamanda geriye gidişi satar.
Erkek
yaşlanmaz olgunlaşır, kadın yaşlanır. Kadın çirkinlik tohumlarının filizlenip
büyümesinin başlıca kaynağı zamana karşı kaybettiği bedeni için mücadele ederek
kendisini eksiltilmiş hisseder. Yaşını almış kadın, artık var olma nedeni
olmayan bir varlık olarak gösterilir. Yaşlanma önleyici kremler, vitamin
ürünleri, hormonlar, serumlar vb. bedene nüfuz etmeden önce zihinleri,
dolapları tıka basa doldurur.
Fotoğrafın
doğuşu, sinemanın icadı, medya araçlarının gelişimi, dişil beden temsilinin
günden güne artmasına neden olmuştur. Kadın temsil nesnesidir, cazibe
ticaretinde bedeni ne kadar değerliyse o da o kadar değerlidir. Güzellik,
diyet, fiziksel aktivite, estetik
cerrahi ve kozmetik mağazalarından satın alma reflekslerinin düzenli
sürdürülmesi sayesinde ağır bir disiplinle hak edilir. Bir kadın için, var
olmak görünmekle hatta arz-ı endam etmekle iç içe geçer; çünkü kadın erkeğin
yargısından ve kendi yargısında kurtulamaz. Birey bir ölçüde kendi görünüşünün
yaratıcısıdır ve nahoş görüntüsü onun başarısızlığını, kusurunu gösterir.
Suçluluk yer değiştirmiştir. Fiziksel çirkinlik ahlaki çirkinlikten ayırt
edilemez. Güzelleşmek için gereken emeği sarf etmeyen kişiler suçludur. Kendisi
olmaktan duyulan utanç vahşice bir pazarlama yoluyla kadınlara dayatılır. Yabancılaştırıcı
ve zorlayıcı gücüyle çirkinlik, varoluşa zulmeder ve onun özgürlüğünün büyük
bir kısmını elinden alır, varoluşu suçlu hale getirir. Varılan son nokta
“Çirkinim öyleyse yokum” olarak ifade edilebilir. Güzellikten kaçıp kurtulan
her şey kadını cinsiyet klişesine kapatmak için silaha döner. Bu nedenle Claudine Sagaert’ın sayısız
incelemeye, çok sayıda referansa dayalı Kadın Çirkinliğinin Tarihi kitabı çok önemlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder