Söyleşi konuğumuz Dilek Emir
“İçimdekilerin Çıkmasına Engel Olmadım”
Nurdan Atay – Yurdagül
Şahin
Boğaziçi üniversitesi
Ekonomi bölümünü bitirip sekiz yıl fon yönetimi alanında çalışma döneminiz var.
Edebiyata geçişiniz nasıl oldu ya da yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?
Bir
şekilde Boğaziçi Üniversitesi ekonomi bölümüne girmiştim. Oradan mezun olunca
nerelerde çalışmanız bekleniyorsa da oraya. Taşradan İstanbul’a para kazanmaya
gelmiş gibiydik. Sınıf atlamamız gerekiyordu. Bankacılık bana göre değildi,
herhangi birisine uygun olduğunu da düşünmüyorum. Kendime sürekli şu hayatta ne
yapacağımı soruyordum, bu hayatla ne yapacağımı. Okumak beni başka bir şey
yapıyordu. Önce bunun farkına vardım. Okuma gruplarına gitmeye başladım, sonra
yazma atölyelerine. İlk öyküleri yazdıktan sonra doğru bir yerlerde gezindiğimi
anladım. Sonra da buralardan pek ayrılasım gelmedi.
Neden yazıyorsunuz?
İlk
kitap tam bir “ihtiyaçtan, sahibinden” durumuydu. Birçok ilk kitapta olduğu
gibi sizi en çok ilgilendiren, yazmazsanız olmayacak şeylerin neredeyse
kendiliğinden, başına buyruk kâğıda dökülüvermesi hezeyanı. Buna ihtiyaç
duymuştum besbelli. Daha çok bana iyi geldiği için yazdığımı söyleyebilirim.
Yazdığım günler hava o kadar da soğuk değil, trafik daha açık, sinirimi daha
önce bozmuş pek çok şey daha katlanılır. Yazdıklarımı okuttuğum günler; küçük
sahne heyecanları, minik coşku anlarının birikmesi, daha iyiyi bulmaya merak. Yayımlandığı
zamansa sevinç, bir şeyleri geride bırakmanın hüznü, ayrılık. Sanırım bütün
bunları yaşamak için yazıyorum.
Etkisinde kaldığınız yazarlar var mı?
Pek
çok yazar vardır. Sait Faik’in yeri bambaşkadır.
İlk öykünüz nerede yayımlandı? Ne düşündünüz?
Notos’ta yayımlandı.
Sevindim. Başka hayaller kurmama neden oldu.
İlk öykü kitabınız, Tek
Kişilik Kahvaltı’da öyküler yalın, yoğun çoğunluğu kısa öyküler. Bu da kitabı
çok dinamik yapmış, bir çırpıda okunuyor öyküleriniz. Genelde nasıl yazarsanız?
Yazma konusunda ritüelleriniz var mıdır?
Sabahları
ve gecenin geç saatlerinde daha iyi yazıyorum ama gün içinde de öyküyü kafamda
gezdiriyorum. Bazen öyküde çözemediğim şeyler günlük hayatın içinde karşıma
çıkıyor. Sonrasında yazmak kolaylaşıyor. Bir oturuşta yazdığım öyküler olduğu
gibi, defalarca düzelttiğim öyküler var. Her öyküde farklı şeyler olabiliyor.
Aynı zamanda Notos Kitap
Yayınevi’nde yönetici ortaksınız. Bu sizin yazma sürecinizi nasıl etkiliyor?
Butik
bir yayınevini yönetmenin bazı zorlukları var. Maddi olanaklarınız sürekli
kısıtlı, bu tabii ister istemez kafanızda yazmanın yerini ve zamanını çalıyor.
Birçok şeyi aynı anda yapan kimselerden değilim. Heyecan nerdeyse ben ordayım. İşteki
bir engeli kafamdan kovup yazdığım öyküyü düşünmek zor. Dolayısıyla ilk
kitaptan sonra yazmakta zorlandım. Ama artık yazıyor olduğumu söyleyebilirim.
Belki bir süreçti, geçti.
“Kırıntılar”, “İncir Sütü”,
“Başımdaki Düğüm” öykülerinizdeki kahramanlardan çocukları iyi tanıdığınızı, bazen
tuhaf hatta ürkütücü olan dünyalarına çok yakın olduğunuzu anlıyoruz. Çocuklar
için yazmayı, çocuk edebiyatında eserler vermeyi düşünüyor musunuz?
Çocuklar
için yazmayı düşündüm. Ama sanırım daha büyük bir yere koydum çocuklar için yazmayı
ve yapamadım. Çocuklardan korkuyorum, onlara yazmak daha zor, büyükleri
kandırmak daha kolay. Büyüklerin sezgileri kirli, dağınık, darmaduman.
“İncir Sütü” öykünüzdeki kuyuya atılmış
kaplumbağa hikâyesiyle, kısa ormandaki çocuklarla “Akıl Dışı Kötülükler” ve
kitabın son öyküsü “Ben de sizinle Kalacağım”da bu sefer çocukların erişkin,
yaşlılık halleriyle karşılaşıyoruz. Bu durum okuyucuda tanıdık biriyle
karşılaşmak gibi hoş bir etki bırakırken öyküler arası bütünlükte oluşturuyor, kitabı
daha güçlü kılıyor. Öykülerinizi yazmadan önce bunu plânlamış mıydınız?
Böyle yazayım,
kitapta da hoş olur, gibi düşünmedim. O karakterlerin öncesi sonrası çok kolay
belirmişti kafamda. Onları yazmak kolayıma gelmişti. Onlara gelecekte ne
olacağını ben de merak edip onlardan kurtulamamıştım. Son öyküyüyse bilerek
isteyerek kasıtlı olarak öteki iki öyküye bağladım. Hatta İpek Hanım’ın karşısına
çıkmak istedim. Onu şaşırtmak, karşısına oturma istedim. İpek Hanım benim
kıymetlim. Bundan sonra da bir yerlerde çıkacaktır.
“Sarıda
Geçseydim İyiydi” öykünüzdeki kadın kahraman eğitimli olmasına rağmen “Ne zaman
bu şekle giriverdiğimle ilgili en ufak bir fikrim yok. Her sabah, kurulan bir
saat gibi aynı şeyleri yapmak üzere dolanıyorum evin içinde. Yapılması
gerekenler birbirini kovalarken, izdiham altında yere düşüyorum, üstüme basıp
geçiyorlar. Bu beden benim değil, bu akıl hiç değil. Kendimi ya da başka bir
şeyi düşünmekten çoktan vazgeçtim.” Diyor. “O terliklerden Bana da Al” ve “Kötü
Pazarlık” öykülerinin kahramanlarında da benzer durumlar söz konusu, mutsuz
evliliklerini, yaşamlarını olduğu gibi sürdürme, bir sürüklenme hali var. Öyküleriniz
bir bakıma günümüz kadınına ayna tutuyor, konumunu sorgulatıyor. Yazarken böyle
bir amacınız var mıydı?
Hiçbir
zaman bu öyküdeki amacım bu diye düşünmedim. Ama kadın olarak birçok derdi ve deneyimi
içimde taşıyorum. Kadın olmanın ne demek olduğunu, sürekli nasıl bir çukurda olduğumuzu
konuşmak, yazmak bile artık beni sıkıyor. İçimdekilerin çıkmasına engel
olmadım, bunlar çıktı, benden çıkanlar bunlar oldu. Daha uzun süre evlilik
kurumunu ve pek çok kutsalı taşlayacağım. Bunu biliyorum.
“Tek kişilik Kahvaltılar” çok iyi yazılmış bir
yalnızlık öyküsü. “Biri Beni Biliyor”, “Hepyek” öyküsü de öyle. Aslında
kitaptaki çoğu öyküde yalnızlık alt metin olarak hep var. Kitabı oluştururken
yalnızlık izleğini özellikle mi seçtiniz?
Özellikle
seçmedim. Yalnız olmak değerli bir şey. Yalnız kalmaya cesaret edebilmek, ancak
yalnız kalmaktan korkmadığında gerçek kararlara sahip olabileceğini bilmek
önemli gelir bana hep. Seçilmiş yalnızlığın ne kadar seçilmiş olduğunu düşünmek
çok ilgi çekici. Sanırım bu izlek de buradan gelmiştir. Bunları hep düşünmemden.
Yazmanın yolu, yordamı öğrenilebilir mi?
Notos’un da editörlük, yaratıcı yazarlık konularında atölyeleri var. Yazarlık
kitaplarına ve yazma atölyelerine bakışınızı öğrenebilir miyiz?
Kesinlikle
öğrenilir. Evet bir kumaş gerekli, ama üstüne çalışmak çok daha gerekli. Sadece
yazma değil düşünce, yöntem ve yaşam kültürü sürekli geliştirilebilir,
geliştirilmeli. Bu insanın kendine sorumluluğu değil mi. İyi metinler okumak en
başta, sonra atölyeler ve yazarlık kitapları hep bir birikim oluşturuyor.
Günümüz yazarı tembellik ediyorsa sonucuna katlanacak. Yazar, içindeki
yolculuğu ve metnin fiziksel gereklerini geliştirerek sürdürmeli. Kumaş ve
analitik akıl birleşmeli. Ancak o zaman kalıcı eserler bırakılabilecek gibi
geliyor bana.
Bir yazar ve Notos Kitap Yayınevi’nin yönetici
ortağı olarak edebiyat yolculuğuna yeni başlayan yazarlar için ilk adım önerileriniz
nelerdir?
Öncelikle
iyi metinler okumaları. Bunun için önerileri dinlemeleri. Sonrasında olanakları
varsa bir atölyeye katılabilirler. Başkalarının yazdıklarınızı okuduğunda
tepkilerini görmek önemli. İnsanın kendi gibi, yazarken heyecan duyan
kimselerle birlikte olması güçlü hissettiriyor. Metinlerinin üstünden defalarca
geçmeleri. Sonra yazdıklarını yılmadan dergilere ya da yayınevlerine
göndermeleri. Bir yerden mutlaka yakalanacaklar.
Son olarak edebiyatımızda öykünün bugün geldiği
noktayı nasıl değerlendirirsiniz?
Öykü,
romana ve diğer türlere göre çok ileride görünüyor. Birçok yeni yazar öykü
yazıyor, hatta yalnızca öykü yazıyor. Ama öykü yazanların biraz romana el
atması gerekiyor gibi geliyor bana. Edebiyatın önemli bir alanını roman
kaplıyor ve romandaki durumumuz pek parlak değil. Gelecek yıllara kimler
kalacak diye düşündüğümde aklıma pek isim gelmiyor. Çıkan kitaplarda gözlerimiz
iyi bir roman arıyor hep. Yine de son dönemde pek çok yeni kitap yayımlanıyor.
Bizimki gibi bir coğrafyada insanın içini yarıp geçen romanlar yazmak zor
olmamalı aslında. Umudumuz hep var. Olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder