Herkes gibi ölümü kuşanıp doğduğumdan ebemkuşağını çekip
kundağıma saran ninem olmuş. Ve elini kalbime koymuş, demiş: Seni nasıl
ünlerlerse ünlesinler, hayatının adını sen koy gök gözlüm.
Hoca, Haydar diye fısıldamış adımı kulağıma. Üç kardeşim
de ölmüş ben daha doğmadan. Beni doğururken de anam. Büyüdüğüm eve bir daha
uğramadı ölüm. Babam da. Anamın olmadığı bir eve girmeyeceğini söylemiş, alıp
başını gitmiş. Onca yıl ne bir ses, ne bir haber.
Ebemkuşağının efsunundan mı ne, bir huy peydahtır bende:
Konuşur dururum ağaçlarla rüzgârın dilinde; toprağın dilinde börtü böcekle. Çok
çamur yemişim herkesten gizli gizli; belki de ondan gölgelerin izini sürmem ve
havanın kıpırtısından kendime günün kaderini çizmem; leylek kanadı bulutlardan
tarlaların nasıl bereketleneceğini bilmem. Kötüyü ve iyiyi görmem, kötüden iyi,
iyiden kötü nasıl çıkar iyice bir sezmem.
Kundağımdaki ebemkuşağını kendimden bile sakınmayı
öğrendim şu geçen otuz nisan yağmurlarından sonra. Cemreleri tuttum havaya,
suya ve toprağa düşen. Ve dahi kanlara bulanıp köy meydanına sürüklenen
hayalcilerin son nabızlarını da. Davarı, koyunu boldu toprağımızın; merhameti
ve vahşeti de.
Beni benden alan afyon tohumlarına meftun oldum; kat kat
urbalar altına saklanan kızların pembe sinelerine de. Gönül denilen yok ülkenin
yıldızlar gibi yanıp sönen sınırsızlığına dalmayı da. Belime, dilime söz
geçirmeyi vakitlice öğrendim. Kalbini kırdığım hatun kişilerin ilencini bir
cevşene sarıp taşıdığım çok görülmüştür. Ama ben evlerin dört duvar odalarına
sığmayanlardandım. Sığdırmak isteyenlere ters gözlerle bakandım.
Üstüme yeşil gölgesini düşüren yollardan geçtim. Yeri
geldi, şefkatle karıştırılmış çorbalara kaşık salladım. Yabancılara havlayan
köpeklerin sahiplendiği tozlu sokaklara girdim. Geçtiğim yola hayrat
bağışlamışların ruhlarını anarak seyrelttim bacaklarımın yorgunluğunu. Uykuları
silah sesleriyle bölünen köylerde beşik sallayan ninelerin ninnilerinde
tazeledim umudumu. Âşıkların sıla türküleriyle sızlayan burnumun direğini
toprak kokusuyla avuttum köy meydanlarında. Ağaçların yorgun gölgesini biçip
geçen uzaklar vardı âşıkların sazında – sözünde.
Dün sizin de obanıza geldim, atlas yorganınızı üstüme
çektim, yıldızlı göğünüz altında kendimi şefkatli bir uykunun kalbine bırakmak
istedim. Öyle kıymetli ki, kolumu başıma yastık yapıp ıtırlı havanızı içime
doldurmam. Bir kere gelip gittiğimiz bu hayatta tenimi toprağınızın rengiyle
boyamam. Eğer varsa bir bellek ve onu taşıyan zaman, benden de bir salyangoz
simi bırakan bir iz olsun kapınızda bu name ya da hayatınızı yazdığınız
günlerin sayfalarında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder