Hayallerine Sığmayabilir İnsan!
Zeki Paralı
“Annene Selam
Söyle”
Ortaköy’deki bir okulun (Takmançats)
karşısındaki sokakta bir pencere betimlemesiyle başlıyor öykü, Taşmerdiven’de.
Pencerenin bulunduğu “evin bütün cephesini; eskimiş, boyası solmuş tahtalarını
binbir yaprağıyla” bir sarmaşık kaplamaktadır. Öğrencileri için o pencereyi
güzel yapan bu narin sarmaşıktan fazlasıdır.
“O
harika yüzünü, çiçek ve yeşillik, bahar ve mutluluk mevsiminde görürdük.
Saçları sarmaşık gibi darmadağınık, akşamüstleri ders çıkışları koltuğumuzun
altında defterlerimiz, kafamızda gelecekle ilgili çılgın rüyalar ve kalbimizde
bundan da fazlasıyla sokaktan geçerken, o, siyah ve sevimli gözleriyle bize
gülümserdi.
(...)
Şahsımız değil o ilk gençlik çağımız, sayımız ve aykırılığımızdı belki de
sevdiği.
Hiçbir zaman birbirimizden kıskanmadık onu. (...)
ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bizden sekiz on yaş büyük olmasına rağmen
hepimiz de seve seve onunla evlenebilirdik.”
O çocuk-gençler okulun parasal sorunlar yüzünden
kapanması sonucu dağılırlar. O pencereyi ve güzel genç kızı unuturlar.
Anlatıcı, adı Servinaz olan o genç kızla, mühendis olduktan sonra bir kutlama
gecesinde karşılaşır. Servinaz daha gençleşmiş, güzelleşmiştir. Birlikte bir sigara içerler. Kahramanın bu onu son görüşüdür, ancak
kendisinden yaşça büyük, sınıf arkadaşı Zareh, kadına tutkundur.
Öykünü yazıldığı yılların (1892) genel
yoksulluğu fonunda tutku, ilk aşk ve ilk aşkın kırgınlığı okurun iliklerine
işleyen bir duyarlıkla anlatılıyor.
“Postal*”
“Sonunda
karar verilmiş ve ertesi sabah gün doğmadan, bir araba, iki kadını gece
karanlığında Bahçecik’ten indirip deniz kenarına bırakmıştı. Dikranuhi şimdi bu
karanlıktan aydınlığa yolculuğu hatırlıyor, yaşamı için olumu bir işaret
sayıyordu.”
“İzmit’e
vardıklarında trene zar zor yetişmişlerdi. İstasyon gürültüsünden ve
karmaşasından hemen uzaklaşarak, durup dinlenmeden, saatlerce süren bir
koşturmaya kendilerini bırakmışlardı. Soldan deniz kıyısını yalayıp, sağdan
menekşe topraklardan hızla geçiyorlardı. Hereke’ye kadar kara parçası böyle
akıp gidiyordu.”
“Ve
sonunda Haydarpaşa’ya varışlarını anımsıyordu. Uzaktan Hacı Dürük’ün parmağıyla
gösterdiği İstanbul, Pera ve bu yanda kendi gidecekleri yer, Kadıköy... Buranın
temiz sokaklarına ve güzel evlerine hayran kaldı.”
Samipaşazade Sezai’yle aynı dönemde
yaşamış olan yazar onun Sergüzeşt (1888) romanındaki gibi, dönemin Osmanlı
toplumunun varlıklılarıyla yoksulları arasındaki sınıfsal çatışmayı, gerçekçi
aşk öyküsüyle iç içe anlatıyor. Okur, benzer fonda geçen Tefarik öyküsünde de İstanbul’da
yaşayan Osmanlı Türkleriyle Osmanlı Ermenilerinin toplumsal-ekonomik-kültürel
yaşamları arasındaki şaşırtıcı benzerliğe tanık oluyor.
“Dönüş”
“’Hayır,
yaramaz çocuğum korkma! En zengin tüccar bile benimle evlenmek istese onu
almam!’ Bu sözlerden üç gün sonra
evlendi. Saniyede kararlaştırılan, gerçekleştirilen bir evlilikti bu, şipşak
fotoğraflar gibi.”
(…)
“Onun
gururlu mizacını tam olarak ancak o zaman tanıyabildim, sevgisini yeniden
kazanmak için ise artık çok geçti.”
(…)
“Adam
-ben kendisine böyle derdim- İngiltere’ye yerleşmiş zengin bir komisyoncuydu.”
(…)
“Bunca
yıllık ayrılıktan sonra karısıyla ilk defa İstanbul’a gelişi, biraz gezmek biraz
da İstanbul’daki ticari durumu yakından görmek içindi.”
(…)
“Ben
Makrik’in yanındaydım. Arabadan inmiş, ikimiz de biraz önden yürüyerek
ilerliyoruz ve arkamızda ticari bir ustalığını anlatan kocasının sesini
duyuyorum. Makrik’e yavaşça iki söz söylemek için ancak zamanım var.”
“Beni
hâlâ sevdiğini söyle!”
“Yanıt
vermiyor, yalnız elimi tutuyor ve iki adım öteden karanlıkta birden kocasının
sesi geliyor. Muhatabına karşı karısını tanık tutmaya alışık olduğunu belirten
hitabını tekrarlıyor:”
“Öyle
değil mi Makrik?”
Öykü, eski bir aşkın taraflarının
yeniden karşılaşmalarını, yaşadıkları gelgitleri Zweig benzeri olağanüstü çözümleyici,
zengin ve lezzetli anlatımla biçimleniyor.
Zohrab’ın Osmanlı Ermenilerini konu
alan öykülerinde,
İstanbul’daki toplumsal (Postal,
Tefarik) ve ekonomik yaşam (Boyun Borcu);
İstanbul dışındaki
Ermenilerin yaşamı (Dönüş, Poturlu, Zapugon, Ceyran, Ayinga);
Değerlerin aşınması (Türk
toplumunda olduğu gibi), varlıklı sınıflar karşısındaki ikiyüzlülük (Maktagine,
Rahmetli, Kilisenin Avlusu);
Aşk, ihanet, insana özgü zaaflar
ve kırıklıklar (Annene Selam Söyle, İlk Aşk, Dönüş, Tefarik, Zapugon, Ceyran,
Ayinga) gibi konuları inceliyor ve dönemin (1880 ve sonrası) anlaşılır bir fotoğrafını
veriyor. Bu fotoğraf bize aynı zamanda yazarın kadın erkek ilişkilerinde çağının
ilerisinde bir aydın bakışına sahip olduğunu da gösteriyor.
Zohrap’ın II. Meşrutiyetin ilânından
sonra hukukçu ve İstanbul milletvekili kimliğiyle Ceza Yasası’nın zinaya
ilişkin maddesinin tartışıldığı meclis oturumunda yaptığı konuşma, bu bakışın (kimi
kaynaklara göre feminist) değerli bir örneği (18 Nisan 1911).
“İptida-yı
emirde (öncelikle) bir haksızlık gözüme çarpıyor, (öyle) bir mecliste hâkimiyet
icra ediyoruz ki biz orada hem müddei
(şikayetçi), hem hâkimiz. Erkekler, kadınlar üzerinde olan hukukunu tahkim
etmek için uğraşıyorlar. Meclis-i Mebusan’ın erkeklerden müteşekkil olması
hasebiyle haklarını tahdit etmek (sınırlandırmak) istediğimiz kadınların
vaziyetini münsifane (insaflıca), bitarafane (yansız) düşünmekte zannedersem
biraz aciziz; bu, beşeriyetin (insanlığın) icabıdır.
Bendeniz başka bir nokta-i nazardan tetkik ederek
görüyorum ki, bu cürümde en büyük kabahat erkeklerdedir. Erkekler için bilhassa
ahkam-ı İslamiyyede (özellikle islam hukukunda) taaddüt-i zevcat (çokeşlilik)
vardır; onlar, için şehevat-ı nefasiyelerini (cinsel gereksinimlerini) vüsat-ı kâmilede
(en geniş biçimde) icra etmek için her suhulete maliktirler (kolaylığa sahiptirler)(...).
Kadınlar için bu vüsat (genişlik) yoktur, böyle bir selahiyete malik (...) olan
erkek, bununla iktifa etmeyip (yetinmeyip) öte tarafa geçerse, zannederim, ona
nisbetle daha mahdut (sınırlı) bir hakka malik olan bir kadına karşı kendi daha
ağır olmalıdır. Fakat böyle olmuyor, sonra Ceza Kanununda erkeklere bir hak
veriyorsunuz eğer kendi zevcesini veyahut mahariminden (...) birini diğeriyle
münasebet-i nâ-meşruada (yasal olmayan ilişki) bulunduğunu görürse, hatta onu
katletmek selahiyetini veriyor. Bu müthiş selahiyeti kadınlara vermediniz.”
Krikor Zohrap İttihat ve Terakki’yi
destekliyordu. I. Dünya Savaşı başladığında Ermenilere İttihat ve Terakki’nin yanında yer
almalarını önerdi. Ancak girişimlerinde başarılı olamadı. 1915 Nisan’ında İstanbul’daki
Ermeni aydınlar ve halk arasından ilk tutuklamalar başladığında,
tutuklananların aileleri Zohrab’tan yardım istedi. Krikor Zohrap bu olay
üzerine İttihat ve Terakki yöneticilerinden Mithat Şükrü Bey’i ve Talat Paşa’yı
açıklama yapmaya zorladı. Ertesi gün (20 Mayıs 1915) Erzurum milletvekili
Vartkes’le birlikte tutuklandı. Diyarbakır’a gönderildi. Ermeni edebiyatının bu
en yetkin kalemi Urfa yakınlarında öldürüldü.
Krikor Zohrab:
Öyküler, Ermeniceden çev.: Dr. Harmon
Araks, Aras Yayınları, İstanbul, Aralık 2001,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder