Canım sıkılıyor. Güneş, gardiyan gibi tepemize dikilmiş, sivri
ışıklarını gönderiyor yeryüzüneYaprağın bile kımıldamaya cesaret edemediği bu
yaz sıcağında her şey hareketsiz. Taş duvarlara sinmiş gece serinliği de gitti.
Terden yapış yapış olmuş elimden fırça kayıyor. Yapmakta olduğum tablo da
istediğim gibi gitmiyor. Olmayan bir şey var. Renkler mi yanlış? En iyisi ara
vermeli. Havuza girip serinlesem. İstanbul aklımda. Ne kadar oldu gitmeyeli? En
son üvey babamın cenazesine gitmiştim. Ne zamandı o? Geçen sene de, hangi aydı?
Sıcakça bir gündü. Mayıs, Haziran? Annemin hatırı olmasa gitmezdim ya, anneme
laf gelmesin diye işte. Neyse ayın ne önemi var? Bir seneyi geçmiş İstanbul’a
gitmeyeli. Gitsem. Değişiklik olur mu? Kendimi kapadığım dingin, yeknesak hayata
bir ara nefes olur mu? Yok, yok otur oturduğun yerde. Ne var ki İstanbul’da? Fazla
huzur bozdu seni. Biraz da yalnızlık. Atla havuza geçer sıkıntın. Sonra da al
bir kitap eline, hamakta oku biraz. Oh, mis!
Su iyi geldi. Havuz küçük ama olsun. Sadece bir dalıp çıkmak bile
ferahlatıyor insanı. Kurulanmayayım. Bu havada kurur hemencecik. Annem olsa
söylenmişti şimdi. Nur içinde yatsın. Ceviz ağacının yere kadar uzanan dalları
ne güzel de gölge yapıyor. Keselim biraz demişti Ahmet Efendi geçen gün. Yok kesmem,
korunaklı bir yuva gibi. Altındaki hamakta hafif hafif sallanarak uyumak en
büyük keyfim. A tesadüfe bak! Kitabı öylesine açtığımda karşıma çıkan John
Cheever’in Yüzücü öyküsü. Tanrının ne
tuhaf halleri var!
Öykünün kahramanı Neddy Merrill bir eli suda, diğer elinde cin bardağı bir
havuz kenarında oturuyor. Bu saatte de cin içilmez ki, çarpar adamı. Ben bol
buzlu, limonlu bir kola alayım bari kendime. Neddy Bey’le yüzelim bakalım
öyküde beraber. Ned ani bir kararla, aralıklı ama yan yana dizilmiş komşu
evlerinin havuzlarından yüze yüze eve varmaya karar veriyor öykünün başında.
İlginç! Hem de bu kararı verdiğinde kendini bir hacı, bir kâşif, kaderine
yolculuk yapan bir adam gibi hissediyor. Komik! Hepi topu üç beş havuz
yüzeceksin. Ben de kendi bahçemin kâşifiyim o zaman. Hahaha! Hacı, kaderine
yolculuk yapan bir kadın? Kafamda bu kelimeleri yüzdürdükçe o kadar komik
gelmemeye başlıyor. İki sene evvel İstanbul’un bütün nimetlerini bırakıp bu
küçücük kasabaya elimde bir bavulla gelmedim mi? Hacı gibi Tanrıya yaklaşma
hedefim yoktu tabii ama sanırım Ned’in de öyle bir hedefi yok. Sadece son
müşterimin “benim her dediğimi yaptıktan sonra seni niye tutayım? Beni
yönlendireceğin fikirlerin yoksa ne biçim bir iç mimarsın sen? “ deyip kapı önüne
koymasından duyduğum utançtan kaçmak, arkamdan yapılacak dedikodulara kulak
tıkamak için gelmiştim hiç kimseyi tanımadığım bu kasabaya. Salak kadın!
Fikirlerimi söylesem dinlemiyorsunuz ki! İlle de benim dediğim olacak ısrarı.
Ben de bırakmıştım, ne isterlerse yapıyordum. Yoksa nasıl para kazanacaktım ki?
Çok oturdu içime kadının söyledikleri. Bir daha iç mimarlık yapar mıyım,
yapabilir miyim bilmiyorum. Buraya geldiğimden beri “ gel, iş var “ diyen de
olmadı. Boşuna mıydı o kıç yalama çabaları? Neyse neyse ilerleyelim öyküde.
Buralar tehlikeli alan.
Ned havuzdan havuza yüze yüze havuzbaşı partisi veren Bunker’lara
ulaşıyor. Karşısında aniden Ned’i gören evin sahibesi Enid Bunker’ın söylediği
“ Lucinda gelmeyeceğini söyleyince öleceğimi
sandım” cümlesinde öleceğimi kelimesinin italik yazılması ne kadar doğru
bir vurgu! İstanbul’dayken katılmazsam öleceğimi
sandığım benzer havuzbaşı partilerinde, yürümeyi beceremediğim yüksek topuklu
ayakkabılarımla, sabah sulanmış çimlerde bir kuğu (!) gibi süzülerek işime
yarayacak, dişime uygun birilerinin yanına az mı yanaştım. Her parti bol
havadan sudan konuşma ama belki de yağlı bir müşteri demekti. Zevksiz
müşterilerimin taleplerine ses çıkarmadığım için rağbet gören bir iç mimardım.
İyi de para kazandım, yalan yok.
Mayom kurudu, buzlu kolam bitti. Hamağa ilk uzandığımda hissettiğim
huzur duygusu beni terk etmek üzere. Ned’le birlikte daldığım havuzların
derinliklerinde gözüm açık yüzüyorum. Su bulanık, dipte gördüğüm şeyler
şekilsiz ve sevimsiz. Çıkmak istiyorum sudan ama bir şey beni suyun içinde
tutuyor. Biraz daha çıkamazsam nefessiz kalacağım. Çevir sayfayı Filiz! Çevir,
çevir. Boğulmak üzeresin.
Bilmem, insanlar okurken, benim gibi, satırdaki bir kelimenin kıvrımlı
yollarında gezinmeyi veya O harfinin içinde yuvarlanmayı ya da gitti, yitti
gibi kelimelerde kuyruklu harflerin kuyruğunda sallanmayı severler mi? Bazen
üst satırdaki bir kelimenin veya harfin içinde yuvarlanırken alt satırdaki soru
işaretinin bombesinden kayma ya da insanı alıp götüren afili bir kelimenin
dönme dolap gondoluna binme isteğiyle alt satıra atlarlar mı? Bazen de,
hatta sıklıkla, bu atlayış esnasında satır arasının dipsiz bucaksız denizine
düşüp kâh o denizin dingin sularında yüzüp kâh fırtınada kabarmış dalgalarında
savrulup bilmedikleri bir kıyıya çıkarlar mı?
Ned Bunkerlardan ayrılıp Levylere geçiyor öyküde. Bunkerlardayken
gürleyen gökgürültüsünün ardından yağmurlu bir fırtına başlıyor. Hava soğuyor.
Aniden terk edilmiş gibi duran bu evin havuzunda da yüzen Ned yolun yarısına
geldiği için kendinden memnun. Ben niye kendimden memnun değilim? Ned havuzdan
çıkıp ortada bırakılmış içkilerden içmesine rağmen ben sanki hâlâ havuzdan
çıkamamış, suyun derinliklerinde kalmışım gibi. Öyküdeki Levylerin bahçesindeki
dağınıklık, toplanmamış bardaklar, yarım kalmış içkiler nedense daha geçmişe,
lise sondayken annemin aniden ölümüyle darmadağın olan hayatımın örümcek
ağlarıyla kaplı dehlizlerine sokuyor beni.
Çocukluğumdan beri renklerin sihirli dünyasında gezinir, bulduğum her
boşluğa ( özellikle duvarlara) resim yapardım. Annem, babam öldükten birkaç
sene sonra evlendiği, titiz ikinci kocasının söylenmesini engellemek, varlığımı
daha fazla onun gözüne batırmamak için – bunu sonraları kendim anlayacaktım –
odamda bir duvarı bembeyaz boyayıp başka hiçbir duvarı ellememem kaydıyla o
duvara istediğim gibi resim yapabileceğimi söylemişti. Duvar dolunca, resmini
çeker, yeniden boyar ve benim kullanımıma sunardı. Üvey babam cenazeden birkaç
hafta sonra, ben okuldayken, henüz tam dolmamış duvarı boyatıvermişti. Bir daha
o duvarı kullanmama izin vermedi. Güzel Sanatlar Akademisi’ne de gitmeme izin
vermedi. “ Ömür boyu bakamam ben sana, ya zengin bir koca bul ya da para
getirecek bir meslek seç” demişti üniversite tercihlerimi yaparken. Ne isyan ne
de itiraz etmiştim. Buz gibi bir havuzun suyunda donup kalmıştım sanki.
Ned fırtına geçip yağmur durduktan sonra yoluna devam ediyor. Gittikçe
yorulan Ned gibi benim de ruhum yoruluyor okudukça. Öykü ilerledikçe Ned’de baş
gösteren kafa bulanıklığının aksine benim zihnim berrak. Geride bırakmak
istediğim anılar birer birer üşüşüyorlar beynime. Okumayı bırakmalıyım.
Yaptığım tabloya devam etsem, iyi gelir. Dinlendirir beni ama Ned nereye
varacak acaba sonunda? Merak ediyorum. Ben nereye varacağım?
İç dünyamın seslerine fazla kulak vermeden Ned’le birlikte susuz
havuzlardan, otobandan, ev sahiplerinin çırılçıplak oturduğu bahçelerden
geçiyorum. Ned’in dünyasında hava iyice kararmaya ve soğumaya başlarken benim
dünyamda öğle sıcağı biraz azalıyor ama hâlâ sıcak. Sıcak insanın enerjisini
emiyor, mahmurlaştırıyor. Ned kadar yorgun hissediyorum aslında ama o nasıl
devam ediyorsa ben de devam edeceğim. Eski metresinin evine yaklaştığında onun
kollarında yorgunluğunu atacağını umuyor Ned. Eski sevgililer öyle hemen kucak
açıyorlar mı?
Eski metres değil kollarına almak evde yeni sevgili olduğu için içki
bile vermediği gibi “ sen hiç büyüyecek misin? “ diyerek geri çeviriyor Ned’i.
Ne bekliyordun ki Ned? Suat da “ büyü artık” diyerek kapıyı çarpıp çıkmamış
mıydı evden ayrılmak istediğimi söylediğimde? Neden ayrıldım ki ondan? Adam
sadece ne kadar iyi bir ressam olduğumu söylüyordu. Yaptığım işi küçümsemeseydi…
Ne yapıyor acaba şimdi? Yeni sevgilisi var mıdır? İstanbul’a biraz da onun
yüzünden gitmek istemiyorum. Karşılaşırım bir yerlerde falan. Aman! Onu yanında
başkasıyla görmeye dayanamam. Salak mısın Filiz? Ne bu gözyaşları şimdi? Sen
bıraktın adamı. Seni bekleyecek değil ya! Bulacak tabii başkasını. Son
pişmanlık fayda etmiyor kızım! Atla bir sonraki havuza. Bak bakalım Ned nasıl
başa çıkıyor hâyâl kırıklığıyla?
Bir sonra havuz yok. Öykünün sonuna gelmişim. Ned pencereden evinin
içine bakarken bitiyor öykü. Beklenmedik bir son. İç burkucu. Ne geldi acaba
Ned’in ailesinin başına? Bilmemizi isteseydi Cheever yazardı onu da. Herkes
kendine göre bir son yazabilir bu öyküye. Herkes kendi öyküsünü yazmıyor mu
zaten? Ned’in öyküsü bitmiş olabilir ama benim ki daha bitmedi. Bir havuza
gireyim ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder