GELECEK SAYI

MAYIS SAYIMIZIN TEMASI "mayıs'ta erguvandır istanbul"

12 Ocak 2017 Perşembe

MİSAFİR - Sevgi Işık


Otogarda bekliyorum. Biletim yok. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Sadece bekliyorum. Birbirinin peşi sıra kalkan otobüsler yolcularını varacakları yere taşırken, yüreğim artık taşıyamayacağını düşündüğüm bir ağırlığın pençesinde kıvranıyor. Buradan gitmeliyim, biliyorum. Nereye gideceğimi bilmiyorum.

Bu otogarda ne işim var bilmiyorum… Çocukluğumdan beri otobüsleri sevmem ben. Mazot kokusuna karışan yolculuk heyecanlarım hep midemi bulandırmıştır. Bir şeyler yiyip içmek işkencedir, hele bir de otobüs firmasının ikramları düşünülürse, pek cezbedici değildir. Bir şeyler yersem herkesin içinde otobüsün içine kusmaktan korkarım. Bu yüzden ikram edilenleri muavinin meraklı bakışları altında geri çevirdiğim çok olmuştur. Muavinin uzun süren yolculuklarda içerdeki ayak kokusunu bastırmak için sıktığı oda parfümünün zevksiz kokusu bile öğürmeme yol açar.

Mola yerlerinde tuvalete girmek bile tam anlamıyla bir işkencedir. Taşmak üzere olan çöp kovaları, sifonu çekilmemiş klozetler, çalışmayan el kurutma makineleri, musluktan akan ipince su canımdan bezdirir. Evde hazırladığım sandviçimi alelacele ağzıma tıkıştırırken otobüsün kalkacağını haber veren anons duyulur. Hayatımdaki bütün otobüs yolculuklarım zorunluluklar yüzünden olmuştu. Kendi isteğimle otobüse bineceğimi sanmıyordum. Bugüne kadar.

Otogarın büfesine ait masalardan birindeydim. Oturduğum sandalyeye atılmış gibi duran vücudum kimsenin dikkatini çekmiyordu neyse. Büfeden gelen yanık kokular ve motor gürültüsü beni içine çeken bir hortum gibiydi. Düşüncelerimi emen bu vakumdan kurtulmak için düşünmeyi sürdürdüm... Eski sevgililerimi düşünüyordum. Hiçbirine ait hissetmemiştim kendimi. Onları sudan bahanelerle terk edip gitmiştim. Âşık olmak, bağlanmak beni tanımlayan sözcükler olmamıştı hiç. Kendime bile güvenmiyordum ilişkilerimde. Karşıma çıkan kadınlar oldukça güzeldiler gerçi. Onlarla bir – iki seviştikten sonra soğumaya başlıyordum. Sanki aradığım kadın içlerindeydi ama aslında bir o kadar da orada değildi. Bilmiyordum. Hep yeri doldurulamayan bir boşluk vardı yüreğimde. Aradığımı bir gün bulacağımı biliyordum. O bir gün ne zaman gelecekti peki? Umudum tükenmeye başlamıştı. Yaşlandığımı hissediyordum. Kırk yaşına eriştiğim şu günlerde yaşadığım hayatı sorgular olmuştum. Terk ettiğim onlarca kadında kendimden bir parçamı bıraktığımı anladım... Otogarın uğultusu iyice arttı, başım ağrıyordu.

Tüm bunları niye düşünüyorum şimdi, dedim sesli bir şekilde. Yalnızdım, cevap verecek kimse de yoktu yanımda. “Sen yolculuk yapmayı değil, gitmeyi seviyorsun” diyen bir ses duydum. Başımı çevirdiğimde göz göze geldik. Üzerindeki eski püskü giysiler ve saçlarının bakımsız hali beni tedirgin etti. Kömür karası gözlerinde alaycı bir bakış gördüm, birden canım sıkıldı.

İlgilenmediğimi düşünmesini istedim. Kimsenin beni tanımayacağından emin olduğum bu yerde karşıma çıkmış olması tesadüftü. Kim olduğunu bilmiyordum, daha doğrusu bilmek istemiyordum. Ne var ki o çoktan oturduğum masaya gelip sandalyeyi çekmişti. “Oturabilir miyim?” Anlamazlıktan geldim ilk soruşunda. Cevabımı beklemeden oturmuştu.
Uzunca bir süre sustuk. Bir çay söylemiştim büfedeki çocuğa. “Bir tane de bana getir” deyince çocuğun “getireyim mi” diye soran bakışını başımı hafifçe sallayarak onayladım. “Arkadaşlık tavşankanı çaya benzer” diye devam etti. “Hiçbir yerde satılmaz.”
Çaydan bir yudum aldım. Tadı acıydı. Fazla demlenmiş, bekletilmiş olmalıydı. Bir küp şeker atıp karıştırmaya başladım. Kaşığın çıkardığı sesi otogarın gürültüsü sanki emiyordu. 

“Karıştırma fazla, başı döndü çayın” dedi gülümseyerek. “Anlat bakalım, ne işin var burada?”

Hayat hikâyemi bu adama anlatmak niyetinde değildim. Anlayacağını düşünerek başımı diğer tarafa çevirdim. Uzakta bir noktaya bakıyormuş gibi yaptım. Cevap vermek istemediğimi anlayacaktı, emindim. “Anlatmaya nereden başlayacağını bilmiyor gibisin. Öyleyse ben anlatayım sana hikâyemi. İster misin?”

Büfedeki çocuk çayı getirmişti. Cevap vermemi beklemeden çayından içti höpürdeterek. Anlatmaya başladı… Onu dinlemiyordum bile. Düşüncelere dalıp gitmiştim. Ona doğru bakıyordum; cümleleri birbirine bağlıyor, bazen heyecanlanıyor, gözleri dolu dolu oluyordu. Dinlemediğimi fark etmesin diye arada bir başımı sallıyordum. Aşktan bahsediyordu sanırım, çok sevdiğinden, avarelik hoşuna gider olmuş artık. Otogarda yaşıyordu besbelli. Acıdım ona… İkinci çayı biterken, bir de tost istedi büfeden.

Çevremizdeki birkaç masa dolup boşalıyor, bir otobüs yanaşıyor, inen yolcular bagajdan çıkan eşyalarını alıp gözden kayboluyorlardı. Bazen de yeni yolcular biniyordu otobüslere, arkalarından el sallıyordu birileri, hüzünlü ayrılıklar yaşanıyor, sevgililer son kez birbirlerini öpüyor, anne babalar son tembihlerini yapıyorlardı yetişkin çocuklarına. Eller öpülüp başa konuyor, selametle gidin deniyordu. Gözyaşları bazen akıtılıyor, bazen de otobüs kalkıncaya kadar gözpınarlarında saklı tutuluyordu. Misafirim durmaksızın konuşuyor, yiyip içiyor, anlattıkça daha da açılıyordu.

O anlatırken ben hayal kuruyordum. Onu bir otobüse benzetmeye başlamıştım hayalimde. Rölantide çalışan bir otobüstü bu. Motorunun iç gıcıklayıcı sesini duyabiliyordum. Yanık, ekşimsi bir koku yayıyordu. Aksamları eskimiş, boyası yer yer çatlamıştı. Sileceklerinden su fışkırıyordu. Geniş ve görkemli camını silen silecekler camın yüzeyinde su damlacıkları bırakıyordu. Eski, gıcırdayan koltukları vardı. Kumaşları solmuş, derileri parça parça olmuştu. Süngerlerinin rengi kaçmıştı. Perdeleri sökülmüş, çıtçıtları koparılmıştı. Egzozundan çıkan simsiyah duman genzime doluyordu sanki. Kendimi bu hayale kaptırmıştım. Bu otobüse binsem beni hiçbir yere götüremeyeceği açıktı. Zaten gideceğim yeri bilmiyordum. Bu otobüste yerim yoktu benim… Eve dönmeliydim, çok geç olmadan. Otobüsten inmeye çalıştım… Kapılar gıcırdayarak kapandı. Kontak anahtarının döndüğünü işittim, şoförün el frenine asılıp ayağını frenden çekmesiyle sarsıldı kısa bir süreliğine… Durdu.

Oturduğu sandalyeye baktığımda gitmişti. Büfedeki çocuğa parayı ödedim, “Yediklerini ısmarlatacak birisini hep bulur” diyordu para üstünü verirken. Yüzünde alaycı bir sırıtış vardı. Aldırmadım. Yolun karşısına geçtim hızlı adımlarla. Eve doğru yürümeye başladım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder